Derek Jarman’ın alametifarikası, filmlerindeki görselliği bir nakış gibi işlemesiydi. AIDS yüzünden görme yetisini kaybetmesi, kulağa tatsız bir şaka gibi geliyordu. Ama o, bu trajik duruma boyun eğmedi. 1993 yılında sinemaya, tarihin en farklı filmiyle veda etti. Gözleri görmüyor olsa da son filmi Mavi‘yi çekerken ne yaptığını çok iyi biliyordu. Bütün dünyayı mavi bir perdenin arkasından seyretmeye başlayan Jarman, AIDS salgınını ve eşcinsellerin nasıl görmezden gelindiğini bize mavi bir perdede gösterecekti.
Mavi, belki de tarihte hiçbir görsel değişikliğe sahip olmayan tek film. Bir saat 19 dakika boyunca, birçok farklı konu anlatılıyor. Ama ekranda maviden başka bir şey görmüyoruz. Ses bu kadar ön planda olduğu için, Simon Fisher-Turner’ın müzikleri filmi bambaşka bir boyuta taşıyor. Jarman’ın diğer tüm filmlerini düşünüyorum. Acımasız ama bir o kadar da güzel görüntüleriyle The Last of England ya da vücutla ışığın ilişkisini yansıtan Caravaggio ve Sebastiane… Mavi, onlardan çok daha farklı; izlemesi çok daha zor. Ama bu filmi seyretmek ve sevmek sinemaya karşı gelmek değil, onunla yüzleşmek anlamına geliyor.
Mavi’yi ilk kez 18’imde seyrettim. Derek Jarman’ın sinemasına hayrandım – ama nasıl bir şey beklemem gerektiğini bilmiyordum. Filmi başlattım, siyah ekranın üzerinde maviyle yazılmış isimler geçmeye başladı. Arkadan usul usul çan sesleri geliyordu. Filmin adı, siyah ekran üzerinde titreyerek göründü. Sonra mavi, ekranın tümünü ele geçirdi. Çan sesleri durdu. Nigel Terry konuşmaya başladı:
“Çocuğa aç gözlerini dersin,
Gözlerini açınca ve ışığı görünce bağırtırsın.
Dersin ki:
Ey, mavi çık dışarı,
Ey, mavi doğ,
Ey, mavi yüksel,
Ey, mavi gel içeri!”
Mavi, filmin geri kalanı boyunca restoranların, sokakların, evlerin, muayenehanelerin seslerine sızmaya devam etti. Jarman, insanların endişelerinden yorulduğunu söylüyordu. Hastalık, onu iliklerine kadar sarmıştı. Ama korkutucu olan bu değildi. Semptomları kontrol altına almak için üzerinde denedikleri onlarca ilaç… İşte asıl kanını donduran buydu. Jarman duygularını olduğu gibi, korkmadan ya da çekinmeden bize anlatıyordu. Tüm bunlar olurken, mavi olduğu yerde duruyordu.
Bir ara, gözlerimi mavinin parlaklığından koruma ihtiyacı hissettim. Gözlerimi kapadım. Birkaç saniye gözlerim kapalı filmi “seyretmeye” devam ettim. Anlatılanları, müziği dinledim. Yine de maviden kaçmak olanaksızdı. Bir virüs gibiydi, beni sarıp sarmaladığını hissediyordum. Dayanamadım ve gözlerimi açtım. İşte o an, ekranda duran muhteşem mavi karşısında kalakaldım.
Ardından, gözlerim odada şöyle bir gezindi. Mavinin yalnızca ekranı değil, her yeri kapladığını gördüm. Duvarlarım, koltuklarım ve hatta ben tamamen maviye boyanmıştık. Elimi şöyle bir uzatsam, sanki maviye dokunacak gibiydim. Maviyi hissedebiliyordum ve artık mavinin bir parçası olmuştum.
Bunu neden anlatıyorum? Mavi’nin bir şey sunmama gayreti, bir temsil kısıtlılığını da doğuruyor haliyle. İzleyici tarafında bu durum nasıl bir etki yaratıyor, ilk elden sunmaya çalışıyorum. Filmin yarattığı duyu ikiliği; var olanı, yepyeni mavi ortamında, farklı şekillerde görmeye itiyor. Yani anlatılanlar sürekli değişiyor, ama onlara paralel bir görüntü değişikliği olmuyor.

Bunun da ötesinde, HIV tedavisi gören bir adamın günlük yaşantısına dair hiçbir görüntü vermeden, anlatısını tamamen ses odaklı kuruyor. Böylelikle, karakterin zihnine daha çok girmemizi sağlıyor. Görüntünün kısıtlaması olmayınca, hayal gücümüze başvurarak hikayeyi kendi kafamızda bambaşka şekillerde kurabiliyoruz.
Duygusal anlatılar veya Jarman’ın hayatına dair cesurca ifade ettiği şeyler olduğunu başta söylemiştim. Ama Mavi’nin pathosu tamamen içeriğinden gelmiyor. Simon Fisher-Turner’ın müzikleri de filmi anlatısallıktan uzak bir şekilde çevreliyor. Hepsi bir araya gelerek karakterin (ki bu karakter, Derek Jarman’ın ta kendisi) zihnindekileri anlayabilmemiz için çalışıyor.
Jarman’ın filmi, bir “veda mektubu” olarak da ele alınabilir. Jarman filmde, HIV yüzünden ölecek insanlar adına bir şey söylemiyor. Sadece duygularını ve düşüncelerini dile getiriyor. Örtük bir şekilde, ardında bırakacağı sevdiklerine bir mesaj veriyor belki de. Bütün bunlara rağmen, Mavi basit bir ağıt olamayacak kadar yaşam dolu, açık saçık, hazza düşkün ve hayli kişisel bir film.