“Norveçli psikiyatr var ya, Finn Skårderud, o da içmenin akıllıca olduğunu düşünüyor.”
Alkolün su gibi aktığı bir filmi mizahtan alıp drama, dramdan alıp tekrar mizaha taşımak sizce de zor değil mi? Bu dalgalanmaların arasında alkolü ve alkolizmi arabeskleştirmemesiyle sırtını sıvazlatıyor ve geriye de kırık bir tebessüm bırakıyor, Another Round. Alnından öpülecek filmler vardır!
Another Round, filozof Finn Skårderud’nün, kanda belli bir orandaki alkolle daha verimli olduğumuza dair teorisinden yola çıkılmış ve anlatılmaya başlanmış Thomas Vinterberg’in yeni ve güçlü kalesi. Yönetmen, “Ben bunu anlatırım ama bir şartla!” dercesine daha önce de beraber çalıştığı Mads Mikkelsen’i Martin olarak izleme şerefine nail etmiş bizi. 2020 yılına tutunacak bir dal arayanlar için oldukça önemli bir adım. Daha iyisi olana kadar en iyisi bu. Öyle değil mi Vinterbeg?
Farklı branşta öğretmenlik yapan ve aynı okulda çalışan dört erkeğin gizli ve deneysel planına dahil oluyoruz. Hayattan aldıkları üç gramlık zevki artırmanın, aynı zamanda da kendileriyle barışmanın yolunu ararken Skårderud’nün teorisiyle karşılaşıyorlar. Teori ise, bedenimizin ve zihnimizin daha rahat olması için kandaki alkol oranının 0.05 olması üzerine. Eğer vücudumuzda 0.05 oranında alkol olursa daha yaratıcı ve daha özgün olabiliriz diyor Skårderud. Bir akşam yemeğinde konuşulan bu malum konu, dört erkeğe de cazip geliyor. Kendilerini, alkolü ve bir nokta da Skårderud’yü deniyorlar. Her gün kendilerindeki değişimleri not alıp, bu değişimleri incelemeye başlıyor Martin, Tommy, Peter ve Nikolaj. Hayattan zevk alacak tiplere benzeyen, ama hiç tat alamayan bu dörtlü sayesinde, alkolle yakın bir münasebet içine girmek bize de cazip geliyor. Çünkü neden aynı teoriyi kendi üzerimizde denemeyelim ki? Aklımızı çeldiğiniz için teşekkürler muhteşem dörtlü. Ama inanır mısınız, hiç gerek yoktu.

Kariyerinde adından başarıyla söz edilen Martin, yıllar geçtikçe hevesi kalmayan yılgın birine dönüşen bir tarih öğretmeniyken, diğer arkadaşları da ondan farksız değil ne yazık ki. Herkesin hayatındaki yıkımlar ve hezeyanlar biricik. Kimisi ailesiyle sorunlar yaşıyor, kimisi işiyle. Kimisi de çokluk içinde bir başına. Ama en nihayetinde herkes kendisiyle problemli. Ne yapmalı peki? Alkolden medet ummalı ve alkole güvenmeli. Peki, öyle yapalım. Özgüvenimizi ve heves eksikliğimiz alkolle tamir edelim. Nasılsa 0.05 oranı diye bir şey var. Mesela Martin’i ele alalım, alkolle yakaladığı iç dinamiği sayesinde iletişim kurmakta güçlük çektiği öğrencileriyle çok daha iyi anlaşmaya başlıyor. Evliliğini yeniden alevlendirecek sevgi ateşini harlıyor. Yani “normal” bir insan oluyor. Mutlu denilebilecek biri oluveriyor. Her şeyi değiştirmeye yetecek gücü elinde tutan bir öğretmen sanki. Mesleki normlarını, okulda içtiği alkol şişesinin içine saklıyor. Fakat Tommy öyle değil. Kaybedecek bir şeyi olmadığı gibi kazanacak bir şeyi de yok. Mesleki normları ve öğretileri bir kenara, kendi varoluşuyla vedalaşmaya yaklaşıyor. Okula sarhoş gelmesi zerre umurunda değil. Çünkü sancılı ve artık buna bir son vermeli. Tommy dahil diğerleri de hep bir tık fazlasını istiyor haliyle. Alkolün dozu yeterli gelmiyor ve yüksek promile geçiliyor. İşte alkolle imtihan burada başlıyor.
Alkolü kötülemek ya da ahlaki bir değer biçmek üzerine kurulu değil bu film. Kişinin kendi iradesi ön sıralara yerleşiyor ve bir de yanına denge ekleniyor. Hiçbir şey uçsuz bucaksız değil, aldığın alkol bile. Kaçtığın şeye tekrar sığınmayı dilemek hiç adil değil. Vinterberg, alkolü çok seven dünya liderlerinin görüntülerine de yer veriyor. Aklını kurcalayan sorunun “Alkolün etkisiyle önemli kararlar alınıp, ülke yönetilebilir mi?” sorusu olması çok muhtemel. Fakat bazen yeri geliyor insan kendi hayatını bile yönetemiyor. Martin, Tommy, Peter ve Nikolaj’ın yönetemediği gibi. Dolayısıyla Churchill, Clinton, Jefferson gibi isimleri belki de bir noktada anlamak lazım. Çünkü alkol bazen dostumuz da olabilir, hayatın hizasını bozan bir düşman da. Yaraların alkolle sarıldığı, her şeyin yolundaymış gibi görünüp aslında yoldan çıktığı bu dört öğretmenin hayatında, dibe vurmak için pek çok neden var. Ancak, yüzeyde kalmakta da ısrarcılar. Another Round derin bir sessizliğin yankısı, hatta kanadı kırık bir film. Vinterberg, filmde kızına yer verecekken onu bir trafik kazasında kaybediyor ve bu filmi kızına ithaf ediyor. İnsanın bu filmi alıp, derin bir şefkatle sarmalayası geliyor. Her şeye rağmen, bakın her şeye rağmen, yıllarca konuşulacak ve akıllarda sağlam yer edinecek final sahnesi, bir şeylerin hala yaşanılabilir olduğunun temsili. Tommy’nin varoluş kaygısının umutsuzluğuyla dünyaya veda edişindeki acıyı ve mezuniyet coşkusu yaşayan öğrencilerin umudunu anlıyor, bağrınıza basıyorsunuz. Yine de, “What a Life!”
Film çok testosteronlu, kabul. Fakat öne şunu teslim edelim: Ey sen Mads Mikkelsen! Büyük çöllerde az bulunan vahalar gibisin. O nasıl büyüleyici oynamaktır, o ne biçim bir karizmatik çöküştür? Sana methiyeler düzmek isterdim, lakin şimdilik içimden yapıyorum bunu. Otur tüm haşmetinle zirvende.
Another Round içimizi yıkıyor. Yıkıyor derken, su görevi görmüyor. Yıkıp deviriyor. Kumdan bir kalenin ufak bir el darbesiyle yıkılışı olmasın da bu, alkolle yıkılışı olsun. O biçim bir “Emeklerim boşa gitti” üzüntüsü, o biçim bir “Eskisi gibi inşa edemem” yakınması. Bir binanın 15. katından aşağı atlayıp da ölmemek gibi bir olaya da tekabül edebilir, bilemiyorum tam. Ama yine de, “What a life!”