bu yıl, hatta belki de hayatınızda görüp görebileceğiniz en acayip filmlerden, mandy. panos cosmatos'un ikinci uzun metrajı sizi hipnotik bir yolculuğa çıkarıyor. sanki the texas chainsaw massacre, hellraiser, death wish, the evil dead ve friday the 13th bir kaba doldurulmuş ve biraz lsd, biraz da kokainle soslanmış.
klasik bir intikam hikayesi aslında. ama anlatısı hiç de alıştığımız türden değil. cosmatos hikaye yerine, yaklaşmakta olan kıyamet atmosferini ilmek ilmek işlemeyi tercih ediyor. frank frazetta çizimleri, heavy metal ve hakim kırmızı, pembe tonları birleştiğinde her kare, 80'lerden kalma bir metal grubunun albüm kapağını andırıyor.
her şey olması gerektiği şekilde ve dozda. muhteşem görüntüleri, izlandalı besteci jóhann jóhannsson'un etkileyici müzikleri, vahşet ve elbette nicholas cage'in oyunculuğu... hepsi birbiriyle uyum içinde. cage'in kariyeri ortalarına doğru, bizi hüsrana uğratmaya başlamıştı. ama werner herzog gibi usta yönetmenlerle çalışma imkanı bulduğunda, onun kadar yaratıcı ve beklenmedik performans gösteren kimse olmadığını bize kanıtladı. tabii cosmatos, herzog'un bad lieutenant: port of call new orleans'ından bile daha delice bir film ortaya çıkarmış. cage'in deliliği, onu çevreleyen bu kaotik ortama mükemmel ayak uyduruyor.
cosmatos, ilk filmi beyond the black rainbow'da olduğu gibi 1983'e dönüyor. hatta her iki filminde de radyoda ronald reagan'ın konuşmasını duyuyoruz. mandy'de ise reagan, amerikan halkının pornografi ve kürtajdan ne kadar nefret ettiğini söylerken oduncu red'le (nicolas cage) tanışıyoruz. red ve sevgilisi mandy (andrea riseborough), crystal lake (13. cuma'da olduğu gibi) yakınlarındaki shadow mountains'de yaşıyor. mötley crue ve black sabbath tişörtleri giyen, çılgın çizimler yapan bir kadın, mandy.
iki saatlik film, iki bölümden oluşuyor aslında. ilk saati, bir rüya gibi. çiftin birbirlerine ne kadar aşık olduklarını, ormanın içindeki evlerinde nasıl mutlu olduklarını görüyoruz. ama bir yandan ters giden bir şeyler olduğunu fark edebiliyoruz. kendilerine yeni şafağın çocukları (children of the new dawn) diyen manson ailesi kılıklı bir tarikatın gelişiyle birinci bölüm sona eriyor.
kendini mesih olarak gören jeremiah (linus roache) ve müritleri mandy'i kaçırıyor. daha doğrusu bunu yapması için cenobite'lara (hellraiser'daki yaratıklar) benzeyen canavarlarla anlaşma yapıyorlar. müritler, mandy'i dev bir böceğin iğnesiyle uyuşturuyor. ardından ilk kez jeremiah'ın karşısına çıkarıyorlar. jeremiah, ona katılması için mandy'le konuşurken yüzleri birbirine karışıyor. tıpkı açılışta starless şarkısını duyduğumuz king crimson'un heartbeat klibindeki gibi. ne var ki işler jeremiah'ın istediği gibi gitmiyor ve mandy'den kurtuluyor.
işte o noktadan sonra vahşetin dozu yükseliyor. red intikam yolculuğuna başlıyor. demirden dövdüğü üç yönlü savaş baltası, the reaper adını verdiği yaylı tüfeği ve elektrikli testeresi de yol arkadaşları. kana susamış şeytanın, sahte mesihle çarpışmasını gözlerimizi ayır(a)madan izliyoruz.
klasik bir intikam hikayesi aslında. ama anlatısı hiç de alıştığımız türden değil. cosmatos hikaye yerine, yaklaşmakta olan kıyamet atmosferini ilmek ilmek işlemeyi tercih ediyor. frank frazetta çizimleri, heavy metal ve hakim kırmızı, pembe tonları birleştiğinde her kare, 80'lerden kalma bir metal grubunun albüm kapağını andırıyor.
her şey olması gerektiği şekilde ve dozda. muhteşem görüntüleri, izlandalı besteci jóhann jóhannsson'un etkileyici müzikleri, vahşet ve elbette nicholas cage'in oyunculuğu... hepsi birbiriyle uyum içinde. cage'in kariyeri ortalarına doğru, bizi hüsrana uğratmaya başlamıştı. ama werner herzog gibi usta yönetmenlerle çalışma imkanı bulduğunda, onun kadar yaratıcı ve beklenmedik performans gösteren kimse olmadığını bize kanıtladı. tabii cosmatos, herzog'un bad lieutenant: port of call new orleans'ından bile daha delice bir film ortaya çıkarmış. cage'in deliliği, onu çevreleyen bu kaotik ortama mükemmel ayak uyduruyor.
cosmatos, ilk filmi beyond the black rainbow'da olduğu gibi 1983'e dönüyor. hatta her iki filminde de radyoda ronald reagan'ın konuşmasını duyuyoruz. mandy'de ise reagan, amerikan halkının pornografi ve kürtajdan ne kadar nefret ettiğini söylerken oduncu red'le (nicolas cage) tanışıyoruz. red ve sevgilisi mandy (andrea riseborough), crystal lake (13. cuma'da olduğu gibi) yakınlarındaki shadow mountains'de yaşıyor. mötley crue ve black sabbath tişörtleri giyen, çılgın çizimler yapan bir kadın, mandy.
iki saatlik film, iki bölümden oluşuyor aslında. ilk saati, bir rüya gibi. çiftin birbirlerine ne kadar aşık olduklarını, ormanın içindeki evlerinde nasıl mutlu olduklarını görüyoruz. ama bir yandan ters giden bir şeyler olduğunu fark edebiliyoruz. kendilerine yeni şafağın çocukları (children of the new dawn) diyen manson ailesi kılıklı bir tarikatın gelişiyle birinci bölüm sona eriyor.
kendini mesih olarak gören jeremiah (linus roache) ve müritleri mandy'i kaçırıyor. daha doğrusu bunu yapması için cenobite'lara (hellraiser'daki yaratıklar) benzeyen canavarlarla anlaşma yapıyorlar. müritler, mandy'i dev bir böceğin iğnesiyle uyuşturuyor. ardından ilk kez jeremiah'ın karşısına çıkarıyorlar. jeremiah, ona katılması için mandy'le konuşurken yüzleri birbirine karışıyor. tıpkı açılışta starless şarkısını duyduğumuz king crimson'un heartbeat klibindeki gibi. ne var ki işler jeremiah'ın istediği gibi gitmiyor ve mandy'den kurtuluyor.
işte o noktadan sonra vahşetin dozu yükseliyor. red intikam yolculuğuna başlıyor. demirden dövdüğü üç yönlü savaş baltası, the reaper adını verdiği yaylı tüfeği ve elektrikli testeresi de yol arkadaşları. kana susamış şeytanın, sahte mesihle çarpışmasını gözlerimizi ayır(a)madan izliyoruz.